Sağlık Köşesi

Op.Dr.İlhan DEMİRYILMAZ

Anti Aging İçin Ne Yapmalı?

Anti Aging, bir moda değildir. Yaşamımızın her anında bizi diri, dinç, uyanık ve sağlıklı kılacak bir kılavuzdur. Yaşlanma, insanın normal bedensel ve ruhsal işlevlerinin giderek azalmasıdır. Çok değişik faktörlerin etkilediği yaşlanma sürecinin önlenebilmesi mümkün olmamakla birlikte geciktirilmesi mümkündür. Ayrıca tıp literatüründe "kaliteli yaşlanma" kavramı çoktan yerini almıştır. Yaşlanma sürecini geciktirmek, yavaşlatmak, hatta kimi zaman tersine çevirmenin adı ise "'anti-aging" tıbbıdır.

ANTİ AGİNG NEDİR? ANTİ AGİNG İÇİN NE YAPMALI ve NEREDEN BAŞLAMALIYIZ?
 
İnsanoğlu binlerce yıldır yaşlanmayı önlemeyi ve sonsuz hayatın mümkün olup olmadığını araştırıyor. Yunan mitolojisindeki "Gençlik Pınarı" ve  Anadolu  masallarındaki "Ab-ı  Hayat" bu arayışların birer göstergesidir.

Anadolu'da tıbbın babası olarak bilinen Lokman Hekim de ebedi gençliğin ve sonsuz hayatın peşindeydi, Alman edebiyatının en büyük isimlerinden Goethe'nin yarattığı Dr.Faust da... 

Yaşlanma; döllenmeyle başlayan, zaman içinde doğal olarak ortaya çıkan bütün değişimlerin toplamına denir. Bu bir bozulma sürecidir. Ölçülen şey, yaşama süresinin azalması ve organizmadaki zarar görme riskinin artmasıdır. Yaşlanma; kronolojik yaş artıkça, giderek artan bir olasılıkla, ölüme yakınlaşmaktır.

Yaşlı popülasyon dünya nüfusunun en hızlı artış gösteren grubudur. Demografik araştırmalara göre, 65 yaş üzeri insanlar yaşlı sınıf olarak kabul ediliyor. Hızlı artış gösteren yaşlı nüfus günümüzde dünya nüfusunun yüzde 10’unu oluşturuyor. Yapılan araştırmalar bu oranın 2030 yılında yüzde 60’a ulaşacağını göstermektedir. 

Anti Aging, bir moda değildir. Yaşamımızın her anında bizi diri, dinç, uyanık ve sağlıklı kılacak bir kılavuzdur. Yaşlanma, insanın normal bedensel ve ruhsal işlevlerinin giderek azalmasıdır.  Çok değişik faktörlerin etkilediği yaşlanma sürecinin önlenebilmesi mümkün  olmamakla birlikte geciktirilmesi mümkündür. Ayrıca tıp literatüründe "kaliteli yaşlanma" kavramı çoktan yerini almıştır.

Yaşlanma sürecini geciktirmek, yavaşlatmak, hatta kimi zaman tersine çevirmenin adı ise "'anti-aging" tıbbıdır.

Hastalarımıza hangi önerilerde bulunmalıyız? Nelere dikkat etmeli, hangi ilaçları, vitaminleri kullanmalı veya kullanmamalı, neleri yemeli veya  yememeli, spor ve egzersizler ne şekilde düzenlenmeli ? Sadece bunlar yeterli midir? Ayrıca bazı tedavilere ihtiyacımız var mıdır?  Pek çok hastaya verilen vitamin ve eser elementlerin yan etkileri nedir?

Ve…  Alternatif olarak doğal yöntemlerle tedavi kullanabilir miyiz?

 Anti-Aging, her insan için gönüllük ve irade üzerine inşa edilebilecek bir süreçtir ve bizi yıllar boyunca hastane kapılarından, hasta yataklarından uzak tutacak, kaliteli bir hayatı vaat etmektedir.
 
Yaşlılık bir hastalık değildir

Hakkında çok şey bilinen genel bir fizyolojik süreç olan yaşlanmayla, insanın normal bedensel ve ruhsal işlevleri giderek azalır. Federal Almanya’da yaşam süresi, 1990 yılında yaklaşık olarak 46–48 yıl iken, günümüzde bu rakam 75–78 yıla çıktı. Bu artışın önemli bir kısmının nedeni, enfeksiyonların ve erken ölüme neden olan diğer rahatsızlıkların engellenmesi ve tedavi yöntemlerinin çok gelişmesidir. Artık insanların çoğu 70’li yaşlara kadar yaşıyor. Son gelişmeler ve koruyucu hekimlik anlayışı sayesinde azami yaşam süresi 90–100 yıla çıkma olasılığı gösteriyor. Yaşlılık, hücreleri ve bu hücrelerden kurulmuş olan sistemleri etkilediği gibi kollajen gibi bağ dokusu yapı taşlarını da etkilemektedir. 
 
Enerji fazlalığı, bedensel aktivite yetersizliği, aşırı gerginlik, risk faktörlerinin çokluğu serbest radikallerin artmasına neden olur.  Bir bütün olarak ele alınması gereken yaşlanmayı, doğal ve kaçınılmaz bir olay olarak görmek gerekiyor. Bu noktada amaç yaşlanmayı durdurmak gibi imkansız bir işe girişmekten çok yaşlanma sürecini yavaşlatmak ve vücudun orantılı bir şekilde sağlıklı yaşlanmasını sağlamak. 
 
Yaşlanma ile ilgili bazı bilimsel kavramlar

Biyolojik Yaşlanma: Yumurtanın döllenmesiyle başlayan ve yaşam boyu süren bir olgudur. Zamana bağlı olarak bireyin anatomi ve fizyolojisindeki değişimlerdir.
 
Kronolojik Yaşlanma: Geçen zamana göre, birer yıllık birimler esas alınarak yaşanan zaman birimini belirtir. Toplumda bunun karşılığı “yaş” tır. 
 
Patolojik Yaşlanma: Genellikle dış faktörlerin etkisiyle meydana gelen, normal yaşlanma süreci’ni olumsuz etkileyen patolojik olayların tümünü kapsar.
 
Sosyal Yaşlanma: Zaman akışı içinde edinilen sosyal davranış ve sosyal konumun ve sosyal rollerin değişimini tanımlar.  

Psikolojik Yaşlanma: Bireyin davranışsal uyum yeteneğinde,yaşa bağlı olarak meydana gelen değişimlerdir. 
 
Yaşlanma süreci beş aşamada incelenir:
  • Moleküler yaşlanma
  • Hücresel yaşlanma
  • Doku ve organ yaşlanması
  • Bireysel yaşlanma
  • Toplumsal yaşlanma
Neden Yaşlanıyoruz?

Yaşlanmayı kısmen açıklayan beş önemli teori var. Bunlar;
  • Telomeraz teorisi-program teorisi
  • Hormon teorisi 
  • Serbest radikaller 
  • Eskime teorisi 
  • İmmün Sistem teorisi, 
A) Telomeraz teorisi-program teorisi

Her hücre bölünmesinden sonra, kromozomlarda kısmi DNA kaybı olur. Buna bağlı olarak sürekli bölünen hücreler sonrası, telomer biter. Öyle bir durum gelişir ki artık hücre bölünemez hale gelir ve ölür.  Her canlıda bir iç saat çalışır. Bu saat durduğunda canlı ölür. Çünkü her hücre sınırlı yenilenme olasılığına sahiptir. Bir hücre 50–150 kez bölünebilir.

Aralıksız çalışan vücut, yaşlandığında gücünü kaybetmeye başlar. Örneğin; yeni hücreler oluşturulmasaydı, devamlı aşınmalar nedeniyle derimiz aniden ortadan kalkabilirdi. Yaşlanmayla birlikte hücre yenilenmesi tamamen sona ermez, ama yavaşlar. Kişi küçülür, zayıflar, organlar gücünü kaybeder. Deri daha yavaş yenilenir, kaslar incelir, kemikler çabuk kırılır, zihin tembelleşir, immün sistem zayıflar. Yaşlanmak, devamlı boşalan bir pile benzetilebilir. Hayatın ışığı daha güçsüz şekilde aydınlanır. Milyonlarca yıldan beri  insan ömrü bu şekilde sürmüştür. Günümüzde  ise, bilim adamları tüm dünyada buna karşı savaşıyor ve biyolojik saati geri almaya çalışıyorlar. 

Biyolojik saat üzerinde etkili unsurlar

-Hücre
-Hücre çekirdeği
-Hücre membranı
-Kromozomlar
-Serbest radikaller
-Proteinler
-Mitokondri
-Enerji
-Temel madde/ Matriks
-Telomer
-Telomerlerin kısalması
 
Ölümsüzlük = telomeraz enzimi

ABD’deki araştırmacılar Ölümsüzlük–telomeraz enzimi ile ilk olarak 1984 yılında karşılaşmışlar. Bu enzim hücrelerin hangi sıklıkta bölündüklerinin unutulmasını sağlıyor ve biyolojik saati devamlı olarak geri alıyor. Yaşam saatimiz kromozomların uçlarında, genetik bilgi taşıyan bölümlerde saklıdır. Burada telomer olarak adlandırılan, bir iplik şeridi üzerinde koruyucu başlık benzeri yapılar bulunuyor. Her hücre bölünmesi telomeri biraz daha kısaltıyor. Telomerler tamamen ortadan kalktığında hücre ölüyor. Telomeraz, telomerleri sürekli olarak onarabilir ve yaşlanma sürecini durdurabilir.  Araştırmacılar telomeraz enzimini aktive eden gen tedavisiyle yaşlanmayı durdurmayı, hatta yaşlanmayı geriletmeyi planlıyorlar. Gelecekte her 10 yılda bir gençleşme tedavisine gitmek zorunda olacağız. O zaman gen tekniği yoluyla biyolojik saat, örneğin; 10 yıl geri çevrilebilecek. Bazı gen araştırmacıları, gelecekte gen preparatlarının, insan ömrünü gerçekten yüzlerce yıl uzatabileceğine inanmaktadır.
 
B) Hormon teorisi

Hormonlar tüm vücudu etkiler ve yaşlanma işlevlerini kontrol ederler. Dokuların veya organların fonksiyonel bütünlüğünü sağlayan özel kimyasal mesaj ileticiler olan hormonlar, iç salgı bezleri tarafından salgılanır ve hedef organa kan yoluyla ulaşarak etki eder. Böylece hormonlar organizmada kimyasal bir koordinasyon sistemi oluşturmuşlardır. Yaşlanmayla birlikte hormon üretiminde azalma meydana gelir. İnsanın bütün vücudunda dengeleyici işlev gören hormonlar, birçok önemli uyarıyı beyne, bağışıklık sistemine ve salgı bezlerine iletirler.  Vücudun neredeyse tüm fonksiyonlarından sorumludurlar. Bu durum önemli bazı proteinlerin oluşumunda bir azalma meydana getiriyor. 

Hormonların genel özellikleri
  • Fizyolojik düzenleyicilerdir.
  • Çok küçük miktarda etki ederler.
  • Canlı hücrelerce salgılanırlar. Bu canlı hücreler, salgılarını kan dolaşımına veren iç salgı     bezlerinin hücreleridir.
  • Kan yoluyla hedef organa ulaşırlar.
  • Hedef organda spesifik etkiler yaparlar.
C) Serbest radikaller

Serbest radikaller, vücudumuzun normal metabolik faaliyetleri sırasında oluşurlar. Çevresel etkilerle de meydana gelebilirler. Endüstri atıkları, güneş ışınları, kozmik ışınlar ve X ışınları, ozon, özellikle otomobil egzozlarından çıkan gazlar, ağır metaller, sigara, alkol, çeşitli kimyasallar, içtiğimiz su ve soluduğumuz hava ilk akla gelenler.  

Oksijen yaşamın kaynağı ama aynı zamanda serbest radikallerin de kaynağıdır. Serbest radikaller ekstra enerjiye sahiptir ve vücudumuzdaki çeşitli yapılara bu enerjiyi boşaltarak zarar görmelerine neden olabilirler. Agresif oksijen bileşikleri diğer bir adıyla serbest oksijen radikalleri, değerli genetik madde olan DNA’nın kırılması veya mutasyonuna neden olurlar. Membran lipid ve proteinlerini yıkarak hücre fonksiyonlarını bozarlar. Ör:LDL kolesterolü hücre duvarına taşıyarak oradan bozulmasına neden olurlar. Günümüzde artık serbest radikallerin pek çok kronik hastalığın oluşmasında etkin bir rolü olduğunu biliyoruz.
 
D) Yaşam enerjisi ve eskime teorisi

Her canlının doğumuyla birlikte belli bir yaşam kredisi vardır. Çünkü her hücre sınırlı sayıda yenilenme olasılığına sahiptir. Her hücre 50–150 kez bölünebilir. Yaşamak için enerji yakmak zorundayız ve enerji yaktığımız için ölüyoruz. Vücutta enerji üretimi sırasında, zamanla hücrelere ve genetik maddeye zarar veren zararlı atık ürünler oluşur. Asıl zararlı madde, insanlar asla inanmak istemese de oksijendir.

Bunu şöyle düşünebiliriz: Hücrelerimizin enerji üretim fabrikaları olan mitokondrilerde, besin maddeleri yakılarak enerjiye dönüştürülür. Bu nedenle hücrelerin oksijene gereksinimi vardır. Besinler oksijen yardımıyla yakılırken, bir miktar “vahşileşmiş, saldırgan” oksijen yani serbest radikal oluşur. Bu radikaller hücrelerimizdeki koruyucu tabakaya tutunur, kromozomlara saldırır ve genlerimize zarar verir.

 Hücrelerimiz milyonlarca sayıda saldırıya karşı koymak zorundadır ve her gün her hücre çekirdeğine en az 10 bin serbest radikal hücum etmektedir. Yanlış beslenme ve sağlıksız yaşam tarzı,stres ve bazen de aşırı spor yapmak bu oranı 10 kat artırır.  Her saldırı gen hasarına yol açabilir ve genetik materyali değiştirebilir. Böylece Kanser, Artrit, Alzheimer ve Kalp hastalıkları meydana gelmektedir.  

Gen hasarı onarılabilir

ABD’de bir grup araştırmacı, bir öğrenciyi trafiğin en yoğun olduğu saatlerde 1,6 kilometre uzunluğunda bir tünelde 20 dakika yürütmüşler ve  zehirli gazlarla dolu bu tünele girmeden önce ve bu tüneldeki yürüyüşten sonra denekten doku örnekleri almışlarır. Tetkikler öğrencinin bu sürede 15 ay yaşlandığını göstermiştir. Öğrenciye daha sona protein, vitamin verilmiş ve uzun süre uyuduktan sonra, ertesi sabah tekrar yapılan incelemeler sonucu hasar gören hücre ve genlerin yenilendiği görülmüştür. Bu çalışma, vücudun serbest radikallerle savaşma ve zararları tamir etmede önemli mekanizmalara sahip olduğunu ispatlıyor. Ancak onarım mekanizmaları yaşla beraber gerilediğinden, vücut yaşlandıkça besinlerde bulunan biyolojik maddelere daha fazla gereksinim duyuyor. 

 E) Bağışıklık sistemi teorisi

Bağışıklık sistemimiz yaşam süresince pek çok mikro organizma tarafından (virüs, mantar, bakteri) saldırıya uğrar. Bedenimiz bu mikro organizmalara karşı sürekli mücadele vermektedir. Ayrıca bedenimizde meydana gelen ölü hücre atıklarını da bedenden atmak için çaba harcar. Sağlıklı bir insanda bağışıklık sistemi mükemmel çalışır. Bağışıklık sistemimizi zayıflatan başlıca öğeler şunlar: Dengesiz beslenmek, kalitesiz ve yetersiz uyku, kronik stres, madde bağımlılığı, büyük şehirlerde ve gürültülü ortamda çalışmak ve ikamet etmek, ağır bedensel işlerde çalışmak, bedensel aktivite eksikliği ve kronik hastalıklar.  
 
Biyologlar yaşamı üç belirgin evrede ele alırlar :

Embriyolojik gelişim: Spermin yumurtayı döllediği andan başlayarak doğuma kadar olan evreyi kapsar.

Büyüme ve olgunluğa erişme: Büyüme, organizmanın doğumundan ergenliğin sonuna kadar olan evreyi kapsar.

Yaşlılık: Vücudun yapı ve işlevlerinde geriye dönüşü olmayan bozulmaların görüldüğü hayatın son evresidir.

Yaşlanmayla birlikte organ sistemlerinde meydana gelen fizyolojik değişiklikler, genellikle normal koşullar altında vücut fonksiyonlarını belirgin şekilde etkileyecek nitelikte değildir. Yaşlanma daha çok sistemlerin yedek kapasitelerini azaltır. Çeşitli stres koşulları altında yaşlı bünye, bu yedek kapasitelerin azalımı sonucu fonksiyonunu artıramayabilir.  Yaşlanma süreci verimliliğimizi ve vücudumuzu değiştirir ve bedenimizde değişimlere neden olur. Organlarda meydana gelen bu değişimleri ise yavaşlatmak mümkündür.

Yaşlılığı aktive eden faktörler
  • Hormon eksikliği
  • Serbest radikallerin artması
  • Bedensel aktivitenin azlığı
  • Düzensiz yaşam, sağlıksız ve dengesiz beslenme
  • Alışkanlıklar (Sigara, alkol, şişmanlık, fazla  yemek,geç saatlerde yemek)
  • Uyku düzensizliği
  • Stres 
Yaşlılık ve çevre

Yaşlılar istirahat koşullarında normal işlevlerini sürdürüyorlarsa da, çevresel streslere uyum gösterebilme yeteneklerinde önemli ölçüde azalma olmaktadır. Yaşlıların enfeksiyonlara karşı direnci azalmaktadır,fazla sıcak ve fazla soğuk stresini ve iklim değişikliklerini daha zor tolere edebilen yaşlılar, ilaç verilişinden sonra da toksisite ve yan etki riskleri açısından daha savunmasız durumdadır. Yaşlıların çevresel kimyasallardan etkilenme riskide gençlere oranla daha fazladır.

Yaş yükü: kilo

Dünya Sağlık Örgütü kronik bir hastalık diye tanımladığı şişmanlığın tüm dünyada karın, bacaklar ve kalçayı etkileyecek şekilde yayıldığını söylüyor. Yaklaşık 41 milyon Alman’ın kilo fazlası var. Bu kişiler şişman kategorisinde bulunuyor. Sigara içme, hareketsizlik ve aşırı kilo, yaşlanma sürecini hızlandıran üç önemli faktör. 

İnsanlar neden sürekli şişmanlıyor?
Genlerimiz anlayışsız
Çok eski bir enerji tasarrufu kuralı bizleri hala etkiliyor.Olabildiğince az hareket et, olabildiğince fazla ye. Bu hiçbir zaman bugünkü kadar kolay olmamıştır. Çünkü “fast food” yiyecekler hızlı ve tüketilmeye hazır bir biçimde karşımıza gelmekte ve direkt yağ hücrelerini beslemektedir. 
 
Açgözlü ve cimri yağ hücreleri

Günlük yediğimiz sandviçler yağlı besinlerden oluşuyor. Sucuk, salam, kızartmalar, çikolata, tart ve soslarda fazla miktarda yağ bulunuyor. Günde ortalama olarak 142 gram alıyor, en fazla yarısını eritebiliyoruz. (11, 15)

Tembellik kaslara zarar verir

Hareketsizlik sonucu kaslar zayıflıyor. Onların yerini yağ dokuları dolduruyor. Bu nedenle kaloriler serbest şekilde yağ hücreleri içine yerleşiyor ve yağ hücrelerinin boyutu 200 kat artıyor. (5, 11)
 
Yağ hücrelerinin anahtarları yok

Besin maddelerinde yeterli yaşamsal maddeler olmasaydı daha yüksek yağ dönüşüm oranlarına sahip olurduk.  C vitamini yağların yakılmasını tetikliyor. B6 vitamini, magnezyum, iyot, krom ve selenyum diyet mutfağında önemli bir yere sahip. Bu değerli maddelerin çok azı yiyeceklerimizde bulunuyor. Bu maddelerin besin yoluyla ve besin takviyesi olarak alınması gerekebilir. Bunların eksikliği halinde milyonlarca yağ hücresi şişer ve kapanır. (4, 5)

Her fazla kilo önemli etkiye sahip

Her ABD’li müdür, yıl içinde aldığı fazladan besinler için yıllık gelirlerinden 1000 dolar fazladan harcama yapıyor. Göbek yasağı yalnızca çalışma mekanıyla ilişkili değil. ABD’li öğrenciler arasında yapılan bir anket öğrencilerin şişman bir kadınla evlenmektense zihinsel özürlü veya kör bir kadınla evlenmeyi tercih ettiklerini göstermiş. Şişmanlar toplum tarafından acımasız şekilde küçük görülüp toplumdan izole ediliyor ve daha da kötüsü kilodan kaynaklı birçok hastalık nedeniyle acı çekiyor. 
 
Mucize ilaçlar yerine egzersiz

İnsanlar günümüzde geçmişe göre 600–800 kalori yani bir öğün daha az yakıyor, ama bu bir öğünden vazgeçmiyor. Asıl sorunlardan biri de insanların koltukta uzanıp çikolata, şekerleme yiyerek, bir yandan da mucize hapları yutarak hızla zayıflamak istemeleridir. Tüm reklam vaatlerine karşın mucize hap veya diyet diye bir şey yoktur. BMI değeri 25’in üzerinde olanların tedavi olmaları gerekir. mora Terapi bu konuda çok güzel çalışıyor.
 
Hangi risk tipindesiniz?

Karın bölgesindeki yağ tabakaları (yastıkçıklar) nın ne kadar tehlikeli olduğu  bu yastıkçıkların nerede bulunduğuna bağlıdır. BMI ( Body Mass Index)  yanında yağ dağılımı da (Waist to Hip Ratio-WHR) önemli rol oynar. Kadınlarda kalça ve üst baldır bölgesinde yağ tutulumu daha fazladır. Bu tip kilo almaya “armut tipi” şişmanlık denir. Bu doğanın kadınları ve çocukları korumak amacıyla oluşturduğu bir depodur. Buna karşın erkeklerde “elma tipi” kilo alımı yaygındır. Sağlığımız için tehlikeli olan şişmanlık yağların bel çevresinde toplandığı elma tipi şişmanlıktır. Kötü yağlanma, arteriyoskleroz, miyokard enfarktüsü ve inme için risk faktörüdür.

Kas yağdan daha ağır

Ne baskülün gösterdiği ağırlık, ne de modern BMI Formülü gerçek vücut durumu hakkında tam olarak bilgi verebilir. Çünkü ince görünen bir kişi fazla kiloya sahip olabilir veya şişman olduğu düşünülen bir kişi optimal şekilde donatılmış olabilir.
 
Kalori yaşam süresini kısaltıyor

Kalori konusunda tutumlu davranan kişilerin yaşam sürelerini uzattığı bilimsel olarak ispatlanmış.  ABD’de ölümsüzlüğe ulaşmak isteyen kişiler yıllardır 1500 kalorilik kısıtlanmış diyet uyguluyor ve her gün avuç dolusu vitamin hapı alıyorlar.  

Çok fazla yemek yaşlanmaya neden oluyor. 100 yaşındaki kişilerde yapılan çalışmalar, çoğunun çok zayıf olduğunu, fiziksel ve zihinsel olarak aktif olduğunu ve az kalori aldıklarını göstermiş.  Çinliler 3000 yıldan beri akşam yemeğinin düşman olduğunu biliyor. Bu nedenle anti-aging uzmanları hastalarının diyetlerinden akşam yemeğini kaldırmaya çalışmaktadırlar. Bu insanların çok hoşuna gitmemektedir. Çünkü akşam yemeği mum ışığı ve romantik müzik eşliğinde veya çocuk sesleri arasında olması fark etmez yaşamı daha keyifli hale getiriyor. Bu nedenle kişiler yağ oranını yarıya indirerek bu risk faktörünü hafifletmeye çalışmaktadırlar. Kendinizi sıkıntıya sokmaksızın kalorilerden kaçının ve bunu tüm gün uygulayın.  

Tamamlayıcı Tıp ile Anti Aging Tamamlayıcı Tıp Bakış açısıyla Anti Aging nasıl olmalıdır?

 Hastanın genel sağlık profilinin, beslenme ve yaşam alışkanlıklarının, derisinin, laboratuar tetkiklerinin, vücut kas ve yağ oranının, fiziksel rahatsızlıklarının tümünün değerlendirilmesini takiben kişinin yaşına ve şikayetlerine uygun bir anti aging programı başlatılmaktadır (25 yaş ile 65 yaş farklı uygulamaları gerektirir). Unutulmamalıdır ki anti aging’in beli bir başlama yaşı yoktur, çünkü aktif koruyucu hekimlik doğumla başlar.

Basamak basamak uygulanacak tedaviler şunlardır :

 1. Hormon tedavisi: Asıl amaç eksiği yerine koymaktır. Bu tedavinin mutlaka bir endokrinoloji uzmanıyla birlikte yapılması gerekir. Hormonların hepsi birbiri ile  ilişki içindedir. Kontrolsüz yapılacak bir hormon takviyesi pasif halde olan bir hastalığı aktif hale getirebilir.  Kontrolsüz bir östrojen takviyesinin Meme Ca oranını artırdığı bilinmektedir. Hormon takviyesi yapılmadan önce mutlaka tamamlayıcı tıp metotları kullanılarak vücudun regülasyonu sağlanmaya çalışılmalıdır. Bu bağlamda kullanılan metotların başında biyofoton, nöral terapi, proquant, fitoterapi, homöopati ve akupunktur gelir. 

2. Thymus-timüs tedavisi: Bu tedavinin bireyin bağışıklık sistemini güçlendirmek için önemi büyüktür. 

3. Tamamlayıcı tıp metotlarının tedaviye dahil edilmesi: 
  • Nöralterapi 
  • Kaliteli uyku,
  • Homeopati,
  • Enzim-Mineral ve omega - 3 desteği
  • Sağlıklı ve dengeli beslenme,
  • Akupunktur,
  • Detox-Toksinlerden arınma,
  • İhtiyaç durumunda natürel ürünlerle cilt bakımı,
  • Refleksoloji,
  • Kolon hidro terapi,
  • Kendi kanı ile tedavi-ozon tedavisi
  • Bedensel aktivite ve stres ile mücadele.
  • Hipnoz,
  • Biofeedbeck
4. Stres menajerliği: Psikiyatri uzmanı tarafından değerlendirilip zihinsel rahatsızlıkların düzeltilmesi 
 
5. Chelate tedavisi: Chelate; gevşek yapı gösteren bileşiği bir metalle birleştirmek; bu suretle bileşiğin yapısını kuvvetlendirmek 

6. Serbest radikaller: Serbest radikallerden korunmak ve serbest radikallerin riskini azaltmak  için doğru ve programlı olarak antioksidanların verilmesi 

7.  Yaşam şeklinin düzenlenmesi ve değiştirilmesi

8.  Ozon tedavisi veya oksijen tedavisi 

9.  Zararlı maddelerden kurtulmak: Sigarayı bırakmak, alkol tüketimini sınırlamak vs.

10. Manyetik alan tedavisi ve Proquant ile tetkik ve tedavi

Öncelikle uygulanacak tıbbi yaklaşım aktif koruyucu hekimlik temeli üzerine kurulu olmalı ve doğal tedavi yöntemlerini  kullanmalıdır.   
 
Doğal yöntemlerle tedavi ve diğer bir adıyla tamamlayıcı tıp hastalıkları meydana getiren genetik, sosyal, çevre ve iş faktörlerini , o organdaki bozukluktan etkilenen diğer organları, fonksiyonel değişiklikleri, oluşan psikolojik farklılaşmaları birlikte değerlendirerek, kişinin hastalıklı organdan öte bütünlüyle sağlıklı olması ve iyilik haline kavuşması çabasını içermektedir.  Tamamlayıcı tıp geçtiğimiz yüzyılın sonunda tamamen sanayileşen ve metalaşan tıbbın insana tekrar kazandırılmasının çabasıdır.
 
Modern tıp ise hastalıklarla uğraşmakta, ortaya çıkan  hastalıkların cerrahı veya medikal tedavisi  üzerinde  sürekli yeni ilaçlar yeni tedaviler geliştirmeye çalışmaktadır. Modern tıp anti aging alanında çalışmalarını yoğunlaştırmakla birlikte yeterli yaklaşımı sunamamaktadır.

Çünkü anti aging  tamamen aktif koruyucu hekimlik uygulaması olmak zorundadır. Hastalıklar ortaya çıkmadan, hücre ve organlarda başlamış hasarlar veya hasar oluşturabilecek durumları tersine çevirebilmek gerekmektedir. Ayrıca oluşan hastalıkların tedavisinde modern tıbbın uygulamalarının yanı sıra tamamen doğal yöntemleri içeren tamamlayıcı tıp uygulamaları da kullanılmalıdır.

Geçtiğimiz yüzyılın son çeyreğinde bilinçli ve kültür düzeyi yüksek kesimlerin daha insani ve doğal yöntemlere yönelmesi ile birlikte hekimlerin de bu alana ilgisi artmış ve Avrupa başta olmak üzere Tıp Fakülteleri’nde  Tamamlayıcı Tıp kürsüleri kurulmaya başlanmıştır. Ülkemizde ise tamamlayıcı tıp alanında akademik tıp eğitimi ne yazık ki yoktur. Tamamlayıcı tıbbın bazı uygulamalarını yapan hekimler olsa da bütünlüklü bir yaklaşımdan yoksun kalınmakta, bazı ehil olmayan kişilerce yetersiz ve yanlış uygulamalar da yapılabilmektedir.

Nöralterapi  ve  Anti Aging

Yaşlanma fizyolojik bir olaydır. Kader değildir.
Ancak koordine edilmeden erken yaşlanma oluşursa ,bu durum bir hastalık olarak algılanabilir.

Yaşlanan dokularımız sıvı kaybeder.Kaybedilen sıvının yerine toksik ürünler  yerleşmeye başlar.Biriken toksik ürünler damar çeperlerinde ve hücrelerde kalsifikasyonla kendini göstermeye başlar.Bu toksik ürünlerin miktarının  artması ile dolaşım sistemimizde ve metabolizmamızda patolojik olaylar kendini gösterir. Bu olayların devamında  bağışıklık sistemimiz zayıflar ve vücudumuzun  tüm işlevlerinde azalmalar görülür.Bunların  doğal sonucu olarak hastalıkların oluşması kaçınılmazdır.

Hayvan deneylerinde ; Belli sürelerde ardışık  ve toksik dozlarda verilen maddelerin, sinir iletisini yavaşlattığı, damar duvarında kalsifikasyonlar oluşturduğu ve dolaşımda bozulmalara neden olduğu gözlenmiştir

Deney hayvanlarında da gösterildiği gibi, otonom sinir sisteminde oluşan iletim bozukluğu yaşlanmayı hızlandırmaktadır.Fizyolojik yaşlanmada ortaya çıkan değişiklikler incelendiğinde;dolaşımda ve ekstrasellüler alanda, temel madde de(matriksde) ilk bozulmaların ortaya çıktığı görülmektedir.Ve bu durumda bedene gelen çeşitli uyarılara yaşam fonksiyonlarımız için gerekli reaksiyonlar verilemez hale  gelmektedir.

Bunlara birde vegetatif sinir sistemini zorlayan ,bedenin kendini regüle etmesini engelleyen bozucu alanlarda eklenirse yaşlanmanın hızlanması kaçınılmaz hale gelir.

İnsan bedeninin belli bir regülasyon  kapasitesinin olduğu bilinmektedir.Bunu korumak için aşırı enerji harcanması vücudumuzun  bitkin düşmesine neden olur.

Birçok uyarının arka arkaya gelmesi ve uyarıların kronikleşmesi sonucunda vücudumuzdaki regülasyonun bozulduğu ve vücudun labil bir hale geldiği Nöralterapi’de bilinen bir gerçektir.

Vegatatif sinir sisteminin ve temel maddenin bozulması yaşlanmada en önemli rol oynayan nedenlerden bir tanesidir.

Vegetatif sinir sistemi üzerinde etkili olan,  kronikleşmiş fazla sayıdaki uyarı veya uyarılar başka bir deyişle  “Bozucu Alanlar” ın elimine edilmesi fizyolojik yaşlanmayı durdurmada en etkin tedavi metodu olarak karşımıza çıkmaktadır.

Farklı hastalıklar için bize başvuran birçok hasta, kısa sürede kendini daha dinç ve daha iyi hissettiğini  bildirmektedir.Yürüyüşü düzelen, görme ve duyma yeteneği artan, uykuları düzelen ve  konsantrasyonu artan hastalarımız  oldukça fazladır.

Ne yazık ki 1928 ‘ten beri Nöral Terapi’de gözlenen bu gerçekler, bugüne kadar Geriatri bilim dalının dikkatini çekmemiştir

Huneke kardeşlere borçlu olduğumuz bu tedavi metodunda kullanılan ilaç % 1’lik prokaindir.

1954-1956 ‘lı  yıllarda büyük başarılar kazanan Prof.Dr. Anna Aslan tarafından yapılan çalışmalar tüm dünyanın dikkatini prokain üzerine  çekmişti. Prof.Dr.Anna Aslan bu çalışmalarında prokainin yıkılması ile PAB’in ( Para- aminobenzoikasit) ortaya çıktığını belirtti. Bu maddeyi Gerovital H3 olarak adlandırdı ve vitamin benzeri bir madde olduğunu söyledi.  Prokain’in yıkım ürünü olan H3 maddesinin  gençleştirici özelliği göz önüne alınarak büyük  klinikler kuruldu. Prokain tabletleri gençleştirici olarak kullanıldı.

Bunların sonucunda;  Prokain, içinde vitamin sözü geçtiği için modern tıpta ilaç olarak kullanılmaya başlanmasına karşılık, etki mekanizmasının  aydınlatılması yarım kalmıştır.

Nöral terapi uygulayan  hekimler, prokainin asıl etkisinin, H3 maddesinden kaynaklanmadığını, gerçek etki mekanizmasının vegetatif sinir sistemi ve temel maddeki regülasyonun üzerinden  olduğunu bilmektedirler. Nöralterapistler,litrelerce procain kullanmak değil , doğru yere doğru dozlarda prokain  kullanılmasının etkili olacağı görüşündedirler.Nöral terapinin etki mekanizması, gerek hücrenin repolarizasyonu ve gerekse hücre düzeyindeki regülasyon ile açıklanmaktadır.

Sonuç olarak;   Tamamlayıcı Tıp ile oluşturulacak anti aging protokollerinde, en önemli basamaklardan biri olan Nöralterapi yapılmadan uygulanan tedavilerde, kalıcı ve gerçekçi bir çözüm  düşünülemez.


Prof. Dr. Hüseyin Nazlıkul

www. huseyinnazlikul.com Fulya/ İSTANBUL

DİĞER YAZILARIMIZ